13 Ağustos 2010 Cuma

YAĞMURDAN SIRILSIKLAM OLMA HALİ...






“yol uzun / uzak / kalbimizden başka pusula da yok gövdemizin ucunda...”
sezai karakoç
Seni ne zaman sevdiğimi hatırlasam; yağmur yağar... ve seni ne kadar çok sevdiğimi anlasam; dolu yağar, rüzgarlar eser üzerimize... sevgi süreklilik hali değildir andır gelir ve geçer... o halde bir derviş gibi kalamaz insan... ateş içindedir ve bazen güçlü yanar ve bazen yetersiz... ama o ateş oksijen oldukça durur kalpte... elbette bazen karbondioksit çoğalır nefes vermeler almalardan yoğun olur... işe öyle anlarda hatırlar ve anlarsın tekrar seni ne kadar çok sevdiğini kalbimin... ve bu kalp hali meteorolojik bir olaya dönüşüverir...yağmur yağar...
bebek gözleriyle bana bakıp; başına taçlar takmayı denediğin anlar var ya... taç takmayı isteyip de takamadığın anlar... tıpkı terlik giymek isteyip o kocaman terliklerin ancak tekine sığan minik ayaklarının ikisini birden terliğe soktuğun anlar var ya... o zaman içimin tüm yağmurları şehre yağsın istiyorum... sana alice harikalar diyarında bir gezi sunsam...ben peşinden koştuğun tavşan olsam...birlikte atlayıversek o dehlize...kendi dünyamızda yaşasak... belki o zaman su yerine oraya sevdiğin şeftalilerden yağardı yağmur...
Bazen aklıma takılıyor... yağmurlar söz konusu olunca ormanlar... nefes almak için onlara ihtiyacımız var ya; o yüzden ağaçlarımızdan söz etmiyor kimse...arılar ve polenlerden yılanlar ve farelerden oluşan dengelerden söz ediyor ders kitapları ama hepimizin nefes alıp verebilmesi için bu dünyada sadece bize ait ağaçlarımız olduğundan bahsetmiyor kimse... bu insan bencilliği sanırım kimseye bağımlı olmadan yaşamayı seviyoruz...dengelerüstü olma halini seviyoruz tüm ağır bedellerine rağmen... ormanların soluk alıp vermesi gerek yaşamak için... seni sevdiğimi anlayıp hatırladığım her anda daha derin bir nefes alıyor orman... ve üstüne bir bulut geliyor ve yağıyor yağmur... ve oksijen en ücra hücrelerime ulaşıyor yenileniyorum...
“bense hala seni seviyorum
bu gezegende hayat var
diyebilmenin biricik yolu buymuş
gibi geliyor
başka dil bilmiyorum
bu yüzden bir yara gibi seni
kendimde gezdiriyorum” çiğdem sezer
Hepimiz ekonomi sayfalarında açlık ve susuzluktan ölmemek için gerekli sayısal verileri ekmeğin ve suyun bedellerini ödeme yollarını konuşup duruyoruz... halbuki açlıktan bir haftada, susuzluktan 3 günde ölen beden oksijensizlikten 2 dakikada ölüveriyor... ama kimse sanırım şimdilik bedava diye oksijensizlikten söz etmiyor... ama ben sensizliğin ne demek olduğunu biliyorum... ve bundan söz ediyorum... sensizlik oksijensizlik.... ne kadar çok şimşek çakarsa gökyüzünde o kadar çok oksijen olacak... yağmur yağmalı ki nefes alabilelim seninle...
“bizim hiç evimiz olmadı yağmurdan
bak “biz” dedim, iki deniz
iki yara , birbirine kapanan...
iki yetim birbirinde kaybolan” çiğdem sezer
Kelebeklerin zamanı geçti...rüyalar karanlığa saklandı... yine de yağmur yağdı kalbime, sele kapıldı ruhum, sen ay’dın işte yağmurda ıslanana selde sürüklenene ışık olan... ve ay gözlerini kapadı ay beni görmez oldu ama ben hala ay’ı görüyorum içimde koca bir boşlukla.. görmek ama görülmemek kanatır ruhu... budur ruhumun cezası...
Rüzgarlarıyla meşhur bir kentten geçiyorum... ağaçlara ve rüzgara oraya ait düşsel varlıklara yağmurun selamını iletiyorum... sonra bir su kenarı... sabah ezanına yakın... hatırlıyorum bütün yağmurlarımızı üsütümüze yağan ve ıslandığımız bütün yağmurları...
Biliyor musun seni sevdiğimi biliyor gökyüzü ama sen bilmiyorsun ve unutuyorsun... yağmurlar birer hatırlatıcı;senin için en çok...
14.08.2010