21 Ağustos 2013 Çarşamba

Pembe Köşk Düğün Salonu

-gidemediğimiz filmlere…-





"Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular
altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.."
Didem Madak





İlk olarak nerede tanıştığımızı düşündüm hep... Şimdi hatırlıyorum artık; biz o gün yalnız değildik, başkaları da vardı yanımızda... Bir düğün salonuydu. Pembe Köşk Düğün salonu… Çocuktuk, o zamanlar düğün davetiyelerine çocuklarınızı lütfen uyutunuz gibi notlar yazmak ayıptı... O yüzden düğün salonları çocukları bir küçük salona toplar film gösterirlerdi. Boş bırakırsan koştururdu çocuklar, ayak altında gezer düğünü bir karnavala çevirirlerdi. Ayrıca hep bir telaşı vardır malum çocukların, kimi koştururken kimi de onca gürültüden etkilenmez masaların üstünde anne veya babaların kucaklarında uyurdu…Masalarda yer alan ucuzundan meyve suları ve  kremalı pastayla birlikte uyumanın kıymeti bir başkaydı... Uyuyanlar ve koşanlar… Bu, yaşam denen şeyin formülü de galiba; hayat gürültü çıkarırken sizde o gürültüye kendi gürültünüzle katılıyorsunuz veya tüm gürültüye rağmen dingin bir uykudasınız...  Çocuklarla ilgili hain planlar o zamanlarda vardı kafaların içinde... Film izleme odaları, şimdilerin çocuklara düğünleri yasaklayan zihniyetinin bulduğu yumuşak geçişin adıydı…
Seninle  o düğünlerden birinde birlikteydik... Filmi de hatırlıyorum Ayşecik vardı başrolde Oz büyücüsünün yerli versiyonuydu film... Sen şimdi okurken ben orada değildim diyorsundur; oradaydın bütün evde uyuması gereken çocuklarla beraber o filmi izliyorduk... Peter Pan'ın varolmayan ülkesi gibiydi o salon...  Bütün çocuklar oradaydık...Sonra hepimiz başka illere diyarlara dağıldık o salondan... Ama hep yanımızda oturan o kızı veya oğlanı aradık hayatımızda...Kimileri buldu kimileri bulduğunu sandı bazen de bulduk ve kaybettik....Zaman bütün gücüyle ilerlerken, çocukluk denen o cennet bahçesine tekrar adım atmak gerek belki de... O zaman hatırlıyoruz aslında ne kadar çok yüz ne kadar çok sözcük yitirdiğimizi...





Ayşecik'in o macerasını tv’de de izledim ama hep o salon kaldı aklımda....Seni ilk kez o salonda gördüm birlikte bir film izlemiştik. Kaybedilmiş filmler… kaybedilmiş rüyalar… kaybedilmiş gönüller… O yüzden her film izleyişimde yanımda olmanı dilerim tüm kalbimle.... Ama hep uzaktasındır bilirim... Ve bilirim birlikte aynı yöne baktığımız, aynı şeyleri hissettiğimiz o an, karanlıkta yansıyan o görüntülere bakarken tutulduğumuz rezonans,  hayatım boyunca benimle gelecek...  Ne kadar çok film izlesem de senin olmayışını senin kocaman boşluğunu kalbimde taşımaya devam edeceğim... Siz siz olun çocuklarınızı lütfen uyutup da düğünlere gidin... Kalplerinde kocaman bir boşlukla büyümelerine izin vermeyin…




Aşk aynı filmi izlerken güldüğün, hüzünlendiğin, korktuğun o andır… Gerisi o an ve onun spekülasyonundan ibarettir…


“sonra bir yalnızlığı denemek oluyor herşey
 üç beş sandalye yetiyor hüznü ağırlamaya

akşamları getirdiğim akşamları yorgunluk beni anlatmıyor
durmadan okşuyorum tüylerini gecenin

Çiçekler büyük bir yokluğa bakıyor
gitsem gitsem bir solgunluğa gidiyorum

yüzümde kelebekler ölüyor” Gonca Özmen

2 Ağustos 2013 Cuma 04:12


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Rüyalara Dair...




"Masal, tıpkı rüya gibi tutarsızdır; olağanüstü nesneler ve olaylar bütünüdür, müzikal bir hayaldir […], doğanın ta kendisidir. Ahlakçı kaçınılmazlık ve kurallara uygun şekilde düzenlenmiş tutarlılık, masal kavramına en aykırı şeylerdir.Masal doğanın anarşisidir, soyut rüya âlemidir. Bu soyutlamadan, ölümden sonraki durumumuza ilişkin sonuçlar çıkarılabilir.” Novalis

Barthes "küçük ölüm" der rüyaya... Kendimizi hapsettiğimiz bir sürü sihirli lamba var: beyin de bunlardan biri belki de tek gerçek; ruhun sihirli lambası beyin... Adorno rüya ölüm gibi siyahtır der... Marguerite Yourcenar'ın Rüya ve Kader'i ile Adorno'nun Rüya Kayıtları, rüyalar alemine geçiş metinleri olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Donnie Darko, The Science of Sleep izlenebilir ya da gözler kapanır ve kendi alemine döner insan... Rüya kendi zihninde veya başka bir zihinde yer almanı sağlar; tıpkı bir tavşan deliğinden harikalar diyarına giden Alice gibi...

“Rüyalarımız sadece ‘bizim rüyalarımız’ olarak birbirleriyle ilişkili değildir; aksine devamlı ve aralıksız bir bütün oluştururlar ve Kafka’nın bütün hikâyelerinin ‘aynı yerde’ geçmesi gibi bütünsel bir dünyaya aittirler. Ama rüyalar kendi aralarında ne kadar bağlantılı olursa veya kendilerini ne kadar tekrar ederse, bizim onları gerçeklikten ayırt edememe tehlikemiz de o kadar büyük olur”. Adorno