27 Haziran 2014 Cuma

RITA HAYWORTH'A VE KUMRULARA


"Söyle beni neden bu kadar iyi tanıyorsun?" Lale Müldür

Orhan Veli'nin göz açıp kapar gibi geçen ömründe, kaç kez konmuştur penceresine kumrular? Kaç kez ötmüştür camın önünde, ürkütmemek için şair kaç kez nefesini tutmuştur kumruları? Türk edebiyatının Kumrulu Şiirinin şairi Orhan Veli... Ezginin Günlüğü o şiirden bir şarkı da çıkarır. Kumrular gibi olmak bir dilektir insanoğlu için... Dilekler genellikle gerçekleşmemeleri ile tanınırlar...  


Geçenlerde bir dergide Anais Nin'den bir alıntı okumuştum: "Korunaklı bir dünyada hapissiniz ve böyle yaşadığınızı düşünüyorsunuz. Ardından bir kitap okuyorsunuz, bir seyahate çıkıyorsunuz ve aslında yaşamadığınızı, kış uykusuna yattığınızı fark ediyorsunuz." Aslında kendimizi kapattığımız o hapishaneden kurtulmanın yolu gene kendimizde gizli... 

Stephen King'in unutulmaz kitabı "Rita Hayworth and Shawshank Redemption" (Esaretin Bedeli) muhteşem bir film olarak da sinema tarihinde yerini almıştır. Kaçışlarını Rita Hayworth resmiyle gizleyen filmin kahramanları bizim için bir çıkışı işaret eder. İşte hepimizin Nin'in sözünü ettiği kendi kişisel hapishanemizden kurtulmamız için; belki de kızıl saçlı bir Rita Hayworth'a ihtiyacımız vardır. Filmde o resmi beraberlerinde götürüp götürmediklerini hatırlamıyorum.



Bazen insanlar bir anlığına teğet geçerler birbirlerinin hayatlarından, bazense aslında hiç tanımadığınız birinin hayatınızda olduğunu hemen yanı başınızda durduğunu görürsünüz. Hepimizin etrafında fark etsek de etmesek de böyle gölgeler var. Onlara çarptığınızda hissedersiniz varlıklarını...

Bu bana Alberto Manguel'in sözünü ettiği şu durumu hatırlatıyor. "18. yüzyılın ilk yarısında
Fransa'da tiyatro seyircilerinin, zenginlerse eğer, orkestrada ya da localardaki yerler için değil doğrudan sahnedeki yerler için bilet alması adettendi, öylesine popüler bir uygulamaydı ki bu, müdahaleci şahısların sayısı sık sık oyuncuların sayısından fazla olurdu." Sahnede her zaman sizden daha fazlası vardır. Aşk iki kişilik değildir o yüzden... Lale Müldür'ün dizelerinde olduğu gibi bir tek kumrular başarabilir bunu ve biz kumru olamayız.



Çeşitli imgelere büyük büyük anlamlar yükleriz. Bir çiçeğe, bir şarkıya, bir şiire, bir ambleme bütün bir hayatımızı sığdırmaya çalışırız. Bu biraz Helen'e bakışımız gibidir. Troya'nın yıkılışına,10 yıl boyunca Yunanlılarla Troyalıların savaşmasının sebebi olarak görülen Helen ile Paris'in öyküsü gibidir. Sadece o kesite baktığımızda zalim kocadan kaçan bir kadın vardır. Ve aşk için ölen kahramanlar...Sadece Helen'in hayatının bu kısmından ibaret olarak görürsek hikayeyi bizi üzebilir, hayran bırakabilir bu destan... Helen uzun bir ömür sürer. Halbuki Helen 5 kez evlenir, Paris öldükten sonra kardeşiyle evlenir, Troya yıkıldıktan sonra Menelaos'a döner. Breton'un dediği gibi biz Modern insanlar kendimizi buna inandırırız; "Güzellik sarsıcı olacaktır ya da hiç olmayacaktır." Aşka ya da başka bir duyguya verdiklerimiz ve ondan aldıklarımız aslında bir kesittir, uzun bir ömür içinde yaşanmış kısacık bir andır. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet kavuşsaydı ne olurdu? Bir tek kumrular başarır bunu... 

Gelmiş geçmiş tüm karmaşanın, temelinde yatan sanayileşmenin yeniden ürettiği dünyamızın ve ilişkilerimizin temelinde, Alice'in çocuk zihniyle içine atladığı tavşan deliğinin hepimiz için var olduğunu gördüğümüzde aşk da daha berrak bir duygu haline gelecektir. "Lütfen söyler misiniz bana, buradan nereye sapmam gerek?" "Bu aslında senin nereye gitmek istediğine bağlı" dedi kedi. (Alice Harikalar Diyarında, 6. bölüm )





Hiçbir yüz kendi yüzümüze ve içimize bakana dek gerçekten bizi mutlu kılamaz... Pamuk Prenses'teki Kötü Kraliçe'nin veya Joker'in dramı ve bizim onları bazen Batman'den ve Pamuk Prenses'ten daha çok anlıyor yakın buluyor olmamızın sebebi de budur. Uyuyan Güzel'in kötü cadısı Maleficent'in bile anlaşılır bulunduğu bir dönemde birbirimizi anlamakta zorlanmamız ise en büyük çelişkimizdir. Uzaktaki ne kadar anlaşılır ve yakınsa yanı başımızdakiler de o kadar uzak ve anlaşılmaz görünür.  Modern insanın dramı burada başlar nerede biteceği ise derin bir bilinmezlikle örtülü...



Yaşamak denen bu sancılı süreç bize bir çok şey öğretir. Ama gizemini ve ölümle tanışana dek üstünde taşıdığı sisi hiç aralamaz. Yaşam ancak ölerek anlaşılabilir. Gündüzleri çalışan, koşan, yürüyen, yiyen, içen bizlerin her şeyi bırakıp rüya görmek için yatağımıza yattığımızda anladığımız gibi; yaşamak dediğimiz her şey rüya görmek içindir. Aşk, uyandığımızda da hatırlayabildiğimiz rüyanın adıdır. Göz kapaklarınız hızlanır ve bir yüz aklınızı kaplar...  Bir anlığına kumrular ve Rita aklına gelir...

“Artık geç oldu gizemli kadın. Sen geçip gidiyorsun. Veda etmeliyiz. Sislerine karışmak üzere, yarın, bir kez daha ayrılacaksın.” (René Crevel, “Babylon”,  s. 67.)