3 Temmuz 2014 Perşembe

Felix Culpa: Aşk*


-Hayal kırıklıklarımızı anlamak için-

"Kahramanla prenses arasında, en azından erkek kendini kahraman, kadını da prenses gördüğü sürece, yani demek ki her zaman kendini tekrarlayacak bir yanlış anlama vardır." Roberto Calasso




"Eros egemenin çaresizliğidir" der Roberto Calasso... Egemen veya köle hepimiz Eros karşısında tereddüt içinde kalırız. Gelenekler, hukuk ve prosedürler için çözümler üreten, boşluklar bulan insan zihni, Eros'un okunu kalbinde hissettiğinde toplumsal rolünü kaybetme noktasına varır. Çünkü bir yerde bir canavar varsa orada bir kadın da vardır ve her ikisi için de bir kahraman gereklidir elbette... Hikayeler boşluk kabul etmezler. Sinemada oyuncu izleyiciye bakmadığı sürece (bu pek nadirdir) bir sonraki planda hep çerçevenin dışının bize gösterilmesini bekleriz. Aklımızla kurduğumuz bağların okur/izleyici olarak bir sonraki cümlede/sahnede karşımıza çıkmasını umarız. İşte Eros bizi bildiğimiz bu kurgunun dışına iteler... Aşıkları diğerlerini (iki kişi dışında kalan herkes) gördükleri ve diğerlerinin onları gördükleri ama müdahale edemedikleri paralel bir kurguya taşır. Homeros o yüzden Helena artık Truva'da  değilken bile oradaymış gibi davranır anltısında... Heredotos bu durumu "Çünkü bu öykü, epik bir kurgu için çok uygun değildi." diye açıklar. Öyle bir aşk kurgusu ki Homeros'un düzenlediği, bugün bile Hollywood eliyle alıcı bulmaya devam ediyor. En son 2004 yılında "Troy"(Truva) filmiyle Brad Pitt, Diane Kruger, Orlando Bloom'lu kadroyla büyük yapım olarak modern izleyiciyle buluştu bu eski hikaye... Evet aşkın da kendine ait, kendine has bir kurgusu, işleyişi vardır. O da başlar gelişir ve ölür, tüm insani fiiller gibi...




Tom Cruise'un başrolünde göründüğü "Edge of Tomorrow" (Yarının Sınırında - 2014) filminde Cage adlı karakter aynı günü tekrar tekrar yaşadığını farkeder. Bunu farketmesi için oldukça yoğun bir tekrar yaşaması gerekir. Emily Blunt'ın canlandırdığı Rita karakteri ile karşılaşmadan bu farkındalığı yakalayamaz erkek karakter. Çünkü "kadın kalabalığı, doğal halinde hafıza demektir: Hepsi birbirine benzer, hepsi aynı bulutun parçacıklarıdır."

O yüzden her türlü kuralın taşıyıcısı nesilden nesile aktarıcısı da kadınlardır. Erkekler aşkın başladığı ve bittiği anları anlamak konusunda çok başarılı değildir. O daha çok canavarı öldürmekle, çöllere düşmekle veya dağı delmekle meşguldür. Kadınsa aşka rağmen toplumun içinde kalmaya ve normal olmaya devam etmek zorundadır. O yüzden erkekler tarih boyunca (istisna kadın karakterleri dışarıda tutarak) aldatan taraftır; iki üç kadınla birlikte aynı anda yaşamayı becerebilirler çünkü aşkın bittiğini anlamazlar. Aşkın bölünebilen bir şey olduğunu sanarak, aşkı ekmeğe benzetebilirler. Nazım Hikmet gibi "tuza banıp banıp yer gibi" severler aynı anda bütün kadınlarını...



Canavarın öldürülmesi ve kadının ihaneti ise iki olumsuzlamadır ve rahatsız edicidir. Bu durumda roller tersine döner. Kadın ihanet ettiğinde erkeğin işini tamamlar, öyküyü bitirir. Truva'yı yok eder, kanlı ellerini yıkar ve kocasına geri döner. Herodotos bu konuda Paris-Helen aşkı için  şöyle der: "Kadın kaçırmak ancak bir alçağın işi olarak görülür. Ama kaçırılan kadın için kaygılanmak, aptalların işidir. Akıllı adam, kaçırılan kadını aklına getirmez bile çünkü bilir ki eğer kadın  kaçırılmak istemezse, kaçırılamaz."

Erkeğin aşkın bittiğini anlaması için, böyle durumlarda travmaya ihtiyacı vardır. Michael Winterbottom "9 Songs"(9 Şarkı - 2004) adlı filminde aşkın bittiğini anlaması için Matt karakterine böyle bir travma yaşatır. Aşkın bittiğini anlamak için konuşmak yetersizdir erkek egosu için, bir fragmana ihtiyaç duyar erkek kalbi, Winterbottom bunu verir erkek karaktere...

Öykülerin ilerleyebilmesi için bir kahramana, bir canavara, bir sadık kadına ve ihanet eden bir başka kadına ihtiyacı vardır. Ancak o zaman Pamuk Prenses babasına ihanet eden kötü kraliçeden intikamını alabilir. İşte büyük bir çoğunluk geceleri dizi dizi dolaşıp bu hikayeleri tekrar ve tekrar yeniden yeni yüzler ve yeni isimlerle ama aynı öykülerle izlemeye devam ediyor. Yalan Rüzgarı'ndan evrilip kadınlara yönelik sabah programlarında sıradan insanların birer Paris birer Helen haline dönüştüğünü görüyoruz. Gazetelerin 3. sayfalarından, magazin programlarına, dost sohbetlerinde dedikodularda kapı komşunuzun bir aşk sarmalının parçası haline geldiğini, cinayetlerin, tecavüzlerin hiç de mitolojik birer öykü olmadığını anlayıveriyorsunuz. Kendi kendinize bu sözü tekrarlayıp duruyorsunuz: "Bunlar hiç olmadılar; zaten hep vardılar." Sallust



Theseus Minotaur'u öldürür, Ariadne'yi yanına alır ama onu bir adada bırakır. Kahraman canavarı öldürür prensesi alır ama onu evine götürmeden bırakır. Mitolojide en açık görüşlü isim o yüzden Theseus'dur. Kahramanlarla prenseslerin hüzünlü öykülerine farklı bir açılım getirmiştir çünkü... Pamuk Prensesten, Rapunzel'e masallarda gördüğümüz kahraman-prenses ilişkisi kötüye (canavara) karşı kazanılan zaferdir. O yüzden masalları çocuklar içinmiş gibi okuruz. Modern insana hitap etmez. Modern insanın kahramanı başka bir yerde saklıdır. "Başlangıçta kahramanın zekası, kesik kesik ve aralıklarla gelen bir zekadır ve rolü de canavar avcılığıyla sınırlıdır. Kahraman bu rolü terk etmeden sınırlarını aşmayı becerdiğinde ve bir hain, bir yalancı, bir baştan çıkarıcı, bir gezgin, bir kazazede, bir anlatıcı olmayı öğrendiğinde, Odysseus  olur. İşte o zaman ilk mesleği, ilk misyonu olan her şeyi öldürmeye bir yenisi eklenir: Her şeyi anlamak." Rol modelimiz beyaz atlı prens değildir Odysseusdur. Bu yüzden ihanete, yalana kendimizi hazırlamalıyız modern dünyada nefes alıp verenler olarak... Masallar o yüzden küçümsenir. İnananlar da içten içe bilirler masalın sonunu; Beyaz atlı prensin foyası ortaya çıkana dek süreceğini...



İlk heykeli ölen oğlu Zagreus için Zeus'un diktiği söylenir... Heykelin içine oğlunun hala atan kalbini koyar. Aşk için dikilen, anlatılan, bestelenen, çizilen onca heykel, hikaye, şarkı ve resim en ilahi menşeli duygumuzu kavramamızı sağladı mı bilmiyorum. Aslında Ockham'ın usturası ilkesi aşk için en uygun açıklama gibi görünüyor: Bir problemde her şey eşitse, en basit açıklama doğrudur. Burada benim yazdıklarım veya okuduğunuz yaşadığınız hiçbir şey yeni değil. Bu yazıdan yeni bir şey öğrenmeyeceksiniz, sadece belki unuttuğunuz bir şeyleri hatırlayacaksınız o kadar. Platoncu öğrenme sürecidir bu: Hiçbir şey yeni değildir, hatırlamak her şeydir. En yeni şey, sahip olduğumuz en eski şeydir.

Aşkı hayatın içinden çıkardığımızda, modern zamanların dayattığı tüm kötücül huylarımıza rağmen hala bir nebze de olsa (süresi, niteliği değişse ve azalsa da) yaşama sevincini taşıdığımızı söylemek imkansız hale gelir. Aristoteles'in Sparta için dediği gibi biz de : "Yaşamanın mutluluğunu kaybederiz."

Bu Arada Ormanın Başka Bir Yerinde

"Lütfen söyler misiniz bana, buradan nereye sapmam gerek? Bu aslında senin nereye gitmek istediğine bağlı" dedi Kedi. (Alice Harikalar Diyarında)



Başlıktaki kalıp cümleyi Manguel'in bir yazısı ile hatırladım. Çizgi romanlarda sıkça rastlanır bir sözdür... Bir tarafta ne olursa olsun diğer tarafta umut verici bir şeyler oluyordur. Hulk kavgayı kaybediyorsa elbette o anda başka bir yerde Iron-man kazanıyordur. Umut hep vardır, öykü sanki hiç bitmeyecekmiş gibidir okur için.

Biliriz ki bu kadar kalabalık bir dünya hiç olmadı, çok daha az bir nüfusla çok daha büyük ve güzel şeyler üretebildi insanoğlu... Elbette zaman ne kadar durmuş olursa olsun hala insanlar küçük bir gezegende yapayalnız yaşayan Küçük Prens'i anlayabiliyor. Hala birileri geçtiği şehrin sokaklarına, kötücül tavırlara rağmen gözlerini kapadığında mutlu rüyalar görebiliyor. Sabah güneşin ilk ışıkları ile kalktığınızda ağaçsız bu kentte ne kadar çok kuş olduğunu cıvıltılarından anlayabilirsiniz.

Bizim gündelik dertlerimizin, heveslerimizin, acımasızlıklarımızın ötesinde dünya bir mucize gibi bize rağmen bu büyük yüke rağmen dönmeye devam ediyor. Cesaret edebilse, hava için de, doğan güneş için de, insanlardan ona şükran duymasını dileyen insanlar olduğunu biliyoruz bu gezegende... Büyük büyük egolarla yürüyen küçük küçük insanlar var yeryüzünde yürüyen... Kibirleriyle Allah'ın inayetiyle verdiklerini kendilerinin sanan insanlar... Buna rağmen içinde gezegenler büyüten insanlar var. Geceleri gözlerini kapadıklarında cenneti gören çocuklar var...

Gözümüzü açtığımızda bizi pek de mutlu kılmayan bir dünyada olduğumuzu biliyoruz hepimiz. Noam Chomsky'nin Michel Gondry'nin "Is The Man Who Is Tall Man?" (Uzun Boylu Adam Mutlu Mu? - 2013)  adlı belgeselinde söylediği gibi; "Ben ateistim ama çocuğu ölen bir anneye cennetin olmadığını nasıl söyleyebilirim." inceliğinde gizli her şey... İnanan inanmayan gözümüzü kapadığımızda ya da doğru yerlere baktığımızda dünyanın bize bizden daha merhametli davrandığını görmemiz gerekmez mi?

Borges bir konferansına "Bütün erkekler gibi mutsuz olan Platon" diye başlamış, mutsuzluk sadece erkeklerin tekelinde değil kadınlar ve çocuklar da artık mutsuzlar... Ne kadar nedamet getirsek katolikler gibi mea culpa (benim günahım) diye haykırsak ya da beş vakit namazla, oruçla ruhumuzu temizlemeye çalışsak da, bir hindu gibi ganjda yıkansak da kalplerimizi bu dünyanın kirinden artık arındırmamız zor görünüyor. Günah, kötülük gdo'lu gıdalar gibi dna'mızı sarıp sarmalıyor. O yüzden aşk belki de günahların en mutlusu o yüzden... Felix culpa...

Yazmak aslında bir çözüm değil olmayacak da... Hepimizi kendi küçük gezegenimizdeyiz. Ama yazarak ve başka gezegenlerde yazılanları okuyarak; "Dünyanın çılgınlığı, kilerlerimizi istila etmesine ve sonra da yavaşça yemek odasını, oturma odasını, bütün evi ele geçrimesine rağmen, bizi tamamen ele geçirmeyecek." (Alberto Manguel)

Bu yazının bir yerde bitmesi gerekiyor. Bir son olmalı, noktalanmalı... Herşey fiziksel olmasa da kesinlikle zihinsel bir evrime yol açıyor. 1566 yılında İtalyan Aldo Manuzio eğer noktayı bulmasaydı bu küçük memento mori (ölümü hatırlatan küçük nesne) bize kendimiz dahil her şeyin bir gün mutlaka durması gerektiğini hatırlatmayacaktı.

Descartes maymunların aslında konuşabildiğine ama çalıştırılmamak için konuşmadıklarına inanırmış. Herkesin yazabileceğine inanıyorum, söz sizi kimse çalıştırmayacak.

Thomas Browne'ın dediği gibi; "Hiç kimse sadece kendisi değildir; pek azı o adı taşısa da pek çok Diyojen ve pek çok Timon olmuştur: İnsanlar tekrar tekrar yaşanır, dünya geçmiş çağlarda nasılsa şimdi gene öyledir; o zaman hiç yoktu ama o zamandan beri ona paralel olan biri olmuştur ve adeta onun dirilmiş benliğidir."

"Amor osculo significatur, necessitas nodo" der Macrobius... Aşk öpücükle, zorunluluk (evrenin değişmez düzeni) düğümle anlatılır. İki dairesel simge, ağız ve ilmik, var olan her şeyi kucaklar." Roberto Calasso

Bir gün sizi alışıla gelmedik bir teşbihle tanımlayıp, elinizden tutmaya çalışırsa biri o eli bırakmayın, aşk her zaman tebdili kıyafet gezer çünkü...

"Ve sen ki ruhumu Cennet'e getirmek için,
  Bıraktın adımlarının izini Cehennem'de." Dante - İlahi Komedya

*Felix Culpa: Mutlu suç, günah, cürüm


2 yorum:

  1. herkese hitap ettiği için ben buradan rahatlıkla söyleyebiliyorum :p
    sadece beğenmedim okuduklarımı, çok beğendim.
    teşekkürler
    :)

    YanıtlaSil