13 Temmuz 2014 Pazar

KARDAN PARÇALAR YA DA 3 ÖLÜM…



                                                                  "Narlar kentinde bir incir bulan" Bilge Karasu’ya…


“Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür 
Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür “ (Fuzuli)



Kalemi elime almak için Yanni’den  “Adagio in C minor” dinlemem gerekiyormuş…

Annemin bir cümlesi aklımda… Ölüm için derdi bunu; ölümü kara benzeterek… “o kar her kapıya yağar”…

Trendeyim… Dışarıyı seyrediyorum. Her yanı saran kardan eser yok şimdi… Ama öyle olmadık yerlerde kardan parçalar çıkıyor ki karşıma… yitip giden sevgiliden, uzaklarda bekleyen yardan kalan izler gibi.. karda hala ayak izlerin saklı hüzünlü kız… karda saklı izler yüreğimdeki senden kalan izler gibi… ve eriyor zamanla her şey boğazımda acı bir düğüm kalıyor geriye…

Biliyorum kar gene yağacak…kalbimin coğrafyası yeni izlerle dolacak…ama gene de bu hüzün terk etmeyecek beni…

Pencereden dışarı bakmaktan vazgeçiyorum neden sonra… ne zamandır benimle gezen kitaba dönüyorum… cebimden çıkarıyorum... zaten yolculuklarda olmasa okumak için vaktim kalmıyor iş yüzünden... ama iyi ki uzakta oturuyorum işime ve iyi ki trende kendime okuma alanları yaratabiliyorum...




Kitabın ismi “Troya’da Ölüm Vardı”, yazarı Bilge Karasu… Kavruk adlı öyküyü okumaya başlıyorum… Kızıltoprak’da ineceğim trenden... öykü Göztepe Feneryolu arasında “Meryem gözümün önünden gitmiyor; kavruk… önce kapkaranlık bir gök gördüm” cümleleriyle bitiyor… 1954 yılında yazılmış öykü… böylece ilk ölüm kör Meryem’in ölümü oluyor. Tıpkı Tarkovsky'nin Ayna'sındaki gibi bir yangında ölür.




Sonra düşünüyorum ölümü… elimde tuttuğum kitabı Bilge Karasu’nun kendisi Anadolu Üniversitesi’ne hediye etmiş… El yazısıyla 985 27/2 yazmış… 1985’in 27 şubatı.. soğuktur Eskişehir, ama bahar yakındır gene de… Bilge Karasu da yok şimdi… 14 Temmuz 1995… ikinci ölüm Bilge Karasu’nun ölümüdür…

“Kavruk” adlı öykü bittiğinde Feneryolu’na yaklaşmıştı tren… bunları düşünürken Kızıltoprak istasyonu’na gelmiştim… ve açılan kapıdan savrulurcasına indim istasyona… istasyondan aşağı doğru yürümeye başladım… caminin önünde bir kalabalık vardı… biri ölmüştü… sessizce bekleşen kalabalığın içinden başım önümde geçtim… sanki bildiğim iki ölüm yüzünden beni tanıyacaklarmış gibi geldi bana… evet o cenaze üçüncü ölümdü…

gene izleri düşündüm… kör Meryem’in, Bilge Karasu’nun, ve isimsiz cenazenin izlerini… önce insanlar gidiyor… sonra izler ve onları hatırlayanlar kalıyor geriye, sonra izlerle beraber izleri hatırlayanlar da gidiyor…

Bilge Karasu o kitaba 985 27/2 yazmasaydı eğer, Troy’da ve Konstantinopol’de ve elbette ıssız acunda ölüm var diye düşünmeyecektim… her iz bir rüyaya sürükler insanı…"Kimin nasıl bir anısı haline geleceğimizi hiçbirimiz bilemeyiz." der ya Bilge Karasu, bilemeyiz gerçekten...

1954 Kör Meryem “Kavruk” adlı öyküde öldü.
27 Şubat 1985 (27/2 985) Bilge Karasu Anadolu Üniversitesi’ne kitap hediye etti.
14 Temmuz 1995 Bilge Karasu öldü.
05 Şubat 2006 İsimsiz bir cenaze kalktı Kızıltoprak’tan öğle namazını müteakiben…

ve içlerinden ben geçtim… zamanda yolculuk ettim… izlerin ve ölümlerin içinden..
kardaki izlere, kağıtlarda kalanlara, ve ölümlü ruhlarımıza yazıldı… biliyorum kar gene yağacak, hepimiz öleceğiz ve yeniden dirileceğiz… yeniden ölmek için… 

“Her akşam işte böyle gam gelir bana, 
Benden kederli bir adam gelir bana!” (Bekir Sıtkı Erdoğan)

(05 şubat 2006)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder